Yazan: Özlem AYTEK
1. Bölüm
Uzun ve çamurluydu ormana giden yol. Bir gece önce yağan yağmur yaprakları, ağaçları, çiçekleri yıkamıştı. Kuru toprak da bu arınıştan payına düşeni almıştı almasına ama diğerlerinin aksine çamura bulanmıştı. Bir gecede mantarlar bitivermişti yol kenarındaki kayalıkların dibinde.
Nilay, ormanın çok yakınında olan evine bir kaç ay önce, kışın en deli dolu zamanında taşınmıştı. O günden beri hava hep yağışlı olmuştu. Bir yağmur, bir kar, bir fırtına derken Nilay evin çevresini bile dolaşacak zamanı bulamamıştı.
Şimdiyse üç haftalık senelik izninde, ilk olarak evinin çevresini, en çok da penceresinden her sabah içini çekerek baktığı ormanı dolaşmak istemişti.
Kabul etmek istemese de yalnızlık, sırtında taşıdığı tonlarca ağırlıktaki bir yük gibiydi Nilay'ın. Bir yıl içinde evini dördüncü kez taşımıştı. Sanki taşındığı her ev az geliyordu, dar geliyordu ona. Soğuk geliyordu. Emanet geliyordu. İsteksizce gittiği uzak bir akrabanın evinde gibi hissediyordu kendini. Kaba eşyalar ve günlük ihtiyaçları için gereken malzemelerin buluduğu koliler dışındakilerin çoğunu açmak içinden bile gelmemişti bu oradan oraya taşınmalarda...
Bu son taşınışta ise tüm koliler açılmış, dahası evinin çevresini keşif gezisine bile çıkılmıştı.
"Giderek daha iyi hissedeceğim," diye mırıldandı Nilay kısık bir sesle, umutla...
Bu sırada, ormana çıkan yanyoldan kendisine doğru yaklaşmakta olan adamı gördü. Adam, uzun boylu, kumral, saçları özenle ve çok kısa kesilmiş biriydi. Soğuk denebilecek bu havada kısa şortu ve kısa kollu atletiyle 'üşüyor olmalı' diye düşündü bu kez Nilay.
Adam hızlı adımlarla yaklaşırken, içini tuhaf bir korku kapladı Nilay'ın. Bu ıssız yolda, ormanın girişinde başına herşey gelebilirdi. Adam yanından geçerken, kendisine "Günaydın." diyeceğini düşündü birden. Oysa adam kaçamak bir bakış fırlatarak, hızla yanından geçip gidivermişti. Nilay "Çok tuhaf," diye mırıldandı kendi kendine. "Spor ayakkabının ve spor şortunun üzerine kısa kollu klasik bir gömlek giymiş."
Az önce yaşadığı tuhaf korku, orman gezisi için duyumsadığı isteğini yok etmişti Nilay'ın. Orman oldukça büyük ve sık ağaçlarla kaplıydı. Kararsız bir bakışla ormanın içine doğru ip gibi uzanan dar patika yola baktı. Bir an için evine dönmeyi düşündüyse de hemen cayarak patika yoldan ormana doğru yürümeye başladı.
Sabahın erken bir saati olmasına karşın az önce gökyüzünde tüm sıkcaklığıyla parlayan güneş birden bulutların arasında kaybolmuştu. İçi sıkıldı Nilay'ın. "Acaba eve dönmem için bir işaret mi bu?" diye düşündü. Kısa süren kararsızlığının ardından hızlı adımlarla ormanın içlerine doğru yürümeye başladı.
Rüzgar giderek artıyor, ulu fıstıkçamları yaprakları arasında esen rüzgarla birlikte muhteşem hışırtılar çıkarıyorlardı. Hayvanların cıvıltıları, haykırışları bu hışırtılara eşlik ediyor, sanki hepbirlikte bir doğa orkestrasında, Nilay için muhteşem bir konser veriyorlardı. Nilay: "Acaba bu orkestranın şefi kim?" diye düşündü yoluna devam ederken.
Zaman ilerledikçe, hava aydınlanıp ısınacağına daha çok kararıyor ve soğuyordu. Üzerine birkaç damla düştüğünde hırkasını çekiştirip sarıldı Nilay. Üşümeye başlamıştı. Rüzgar, daha sert ve soğuk esiyor, açıkta kalan kollarını ve bacaklarını ısırıyordu sanki.
Nilay, cebinden telefonunu çıkarıp saate baktı. Bir saatten fazla zamandan beri ormanda yürümüş olduğunu şaşkınlıkla fark etti. Bu arada üzerine düşen damlalar giderek sıklaşmakta ve hava daha çok soğumaktaydı. Birkaç dakika içinde bardaktan boşanırcasına yağmur başlamıştı. Hava, artık gece gibi karanlıktı ve hayvanların sesleri kesilmişti. Rüzgarın, yağmurun sesinden, ağaçların hışırtısından ve yere düşen damlaların sesinden başkası işitilmiyordu. Birkaç dakika içinde Nilay tepeden tırnağa ıslanmış, sığınacak kuytu bir köşe aramaya başlamıştı. Yağmurun kısa bir süre sonra dineceği, güneşin doğacağı ve havanın aydınlanacağını umut ediyorduysa da öyle olmadı.
Bu bir fırtınanın başlangıcıydı. Kararan hava, ağaçların gölgelerini daha da koyulaştırıyor Nilay'ın eve dönüş yolunu bulmasını da neredeyse imkansız duruma getiriyordu.
Bulunduğu yerde beklemeye karar verdi Nilay, başka çaresi de yoktu. Ulu bir çamın kovuğuna sığındı ve beklemeye başladı. Bunu yaparken sık sık telefonunu çıkarıp saate bakıyordu. Bunu o kadar çok yaptı ki telefonun şarzının azalmakta olduğunu görünce saate daha uzun aralıklarla bakmaya karar verdi.
Yağmurun dineceği yoktu, belki de birkaç gün sürerdi bu fırtına. Rüzgâr daha önce tanık olmadığı bir hızla esiyor, yağmur damlaları adete yüzünü, kollarını dövüyordu.
Nilay çaresiz dönüş yoluna yöneldi. Geri dönmekten, doğru yolu bulmaktan ve bir an önce evine varmaktan başka birşey istemiyordu. Güçlükle yürüyordu çünkü ayakları çamura batıp çıkıyordu. Orman gezintisi bir felakete dönüşmeye başlamıştı.
Nilay iki saat boyunca yürüdüyse de dönüş yolunu bulamadı. Kaybolduğunu söylemekten biraz da mahçup olsa da 'polis imdat' hattını aramaya karar verdi. İyi ki yanında cep telefonu vardı. Birkaç kez çaldıktan sonra karşısına çıkan polis memuruna durumunu anlattı. Elbette böyle bir havada, konumunu tam olarak bilmediği bir ormanda bulunması zor olacaktı. Polisin önerilerini dinleyerek bulunduğu yeri elinden geldiğince tarif etti ve bulunduğu yerde beklemeye başladı.
Tam bu sırada yakınında parlayan küçük bir ışık gördü. Sanki bir ağacın kovuğunda küçük bir canlı mum yakmıştı. 'Çok ilginç' diye düşündü Nilay. Böylesi bir fırtınada bu ışık da neyin nesiydi? Oradaki kimdi? Bir çocuk muydu? Ya da bir cüce mi? Yok canım, olur mu hiç!
Nilay'ın gözleri kararmaya başlayınca, çamurlu toprağa dizlerinin üzerinde çöktü. Gözlerini ışıktan alamıyordu. Bütün bu yaşadıklarım gerçek olamaz; acaba düş mü görüyorum? diye düşünmekten kendisini alamadı.
Toparlanıp yeniden ayağa kalkabilecek duruma geldiğinde, mıknatısın manyetik alanına giren bir metal gibi ışığa doğru yürümeye başladı. Sanki bilinmez bir güç tarafından çekilmekteydi. Havanın ne kadar soğuduğunu, ne denli ıslandığını bile fark edemez olmuştu. Saçlarından ve üzerine yapışan elbiselerinden sular akmaktaydı.
Nilay, kısa bir süre sonra, titremekte olan cılız ışığa iyice yaklaşmış; ışığın yanıbaşında oturanı seçebilir duruma gelmişti. Önce; 'Bu bir çocuk!" diye haykırdı şaşkınlıkla. Üzerine delik deşik bir çuvaldan bir elbise geçirmiş, sarı, kıvırcık saçlı minicik bir çocuktu bu. Kendisine yaklaşmakta olan Nilay'a gülümseyerek bakarken, elma gibi kırmızı yanaklarının mumun titrek ışığında parlamakta olduğunu gördü. Korkuyla irkildi birden Nilay. Ne korkunç bir durumda olduğunu düşündü. Acaba yalnız mıydı bu çocuk? Başkaları da var mıydı bu ıssız ormanda? Üzerine giydiği delik deşik bir çuvalla, nasıl bir çocuktu bu? Ne arıyordu bu ıssız, korkunç, karanlık ormanda!
Nilay yaklaştıkça sanki çocuğun rengi solmakta, mumun cılız ışığıysa daha çok parlamaktaydı. Nilay'ın kalbi korku içinde, delice atmaktaydı.
Gözlerini kapattı ve bu şekilde çocuğun bulunduğu yere kadar yürüdü. Başka şekilde çocuğa yaklaşmaya cesaret edemeyecekti.
Gözlerini yeniden açtığında çocuğun az önce bulunduğu yerde; yanan mumun yanıbaşındaydı. Mum, az önceki gibi cılız ışığıyla titreşmiyor, aksine neredeyse tüm ormanı aydınlatacak kadar parlıyordu. Nilay'ın ışıktan kamaşan gözleri çevreyi tarayarak çocuğu aramaya başladı. Çocuğun, gözlerini kapamadan önce kendisinin bulunduğu yerde durmakta olduğunu fark etti Nilay. Ona doğru yürümeyi düşündüyse de buna cesaret edemedi. Mumun güçlü ışığı rüzgara meydan okuyor, Nilay'ın çamura bulanmış kollarını, ayaklarını ısıtıyordu.
Bu sıcaklık bedenini olduğu gibi içini de ısıtmıştı Nilay'ın. Nasıl olup da böylesine bir fırtınada mumun sönmediğini düşünürken, karşısında kendisini izlemekte olan çocuğu süzdü. Çocuk sanki giderek daha çok değişime uğruyordu. Sonra birden hareket etmeye, ağır ağır ilerleyerek Nilay'a doğru yaklaşmaya başladı.
Her attığı adımda rengi biraz daha fazla soluyor, biraz daha zayıflıyor, biraz daha kısalıyor, biraz daha yaşlanıyordu. Gözleri iki mor çukura gömülmüş gibi durmaya başlamıştı. Çocuk yaklaştıkça mumun alevi daha çok büyüyor, alevin gölgesi Nilay'ın çamurlu giysileri üzerinde bir gölge oyunu oynuyordu.
Çocuğun her adımında Nilay'ın kalbi korku içinde daha çok sıkışıyordu. Sonra birden, başka bir dünyadan gelmişçesine farklı, soğuk ve sert bir ses işitti: "Bastığın yerlere dikkat et. Bana ait olanların üzerine basmak üzeresin!"
Merhabalar;
YanıtlaSilBlogunuzu yeni keşfettim ve hemen takibe aldım.
21. takipçiniz benim.
Bu arada çok hoş bir çekilişim var, muhakkak beklerim :)
Sevgiler
http://http://whiteglaze.blogspot.com/2013/08/beyaz-srn-buyuk-cekilisi.html
İlginiz için çok teşekkürler. Linkinizi ziyaret edeceğim.
Sil