30 Ağustos 2013 Cuma

TÜRKİYENİN DOĞAL GÜZELLİKLERİ, TURİSTİK YERLERİ

PERİ BACALARI - Ürgüp NEVŞEHİR - TÜRKİYE







peri bacaları






Ürgüp peri bacaları ve evler





Dosya:1514 - Üçhisar - Peri bacaları.JPG


Ürgüp te bir kafe

Peribacası, vadi yamaçlarından inen sel sularının ve rüzgarın, tüflerden oluşan yapıyı aşındırmasıyla ortaya çıkan oluşumdur. Peribacaları konik gövdeli olup, tepe kısımlarında bir kaya bloku bulunmaktadır. Çapları ise 1 m ile 15 m arasında değişmek

tedir. 1 m'den küçük olan ve 15 metreden büyük olan oluşumlar peribacası olarak değerlendirilmemektedir. Sel suları dik yamaçlarda kendine yol bulurken, sert kayaları çatlatarak aşındırır. Bitki örtüsünün özelliklerine göre aşınan malzeme peribacası olarak isimlendirilen şekillerin ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Alt kısımlarda bulunan ve daha kolay aşınan malzeme derin bir şekilde oyulduktan sonra, üst kısımlarda yer alan şapka 

şeklinde duran bir parça ve aşınmadan korunan konik biçimli gövdeler ortaya çıkar. Peri bacalarının oluşumunda, rüzgar etkisi kadar yağmur sularının yüzeydeki akışı da önemlidir. Yağmur sularının etkili ve güçlü yüzey akıntısı olarak gelişmesine ise en önemli etken bitki örtüsünün azlığı ve tüflerin geçirimsiz olmasıdır.




KİTAP ÖNERİ - KÜÇÜK MUCİZELER DÜKKANI - DEBBIE MACOMBER










K
itapları bütün dünyada 140 milyondan fazla satan ve birçok dile çevrilen Debbie Macomber, yürek ısıtan romanlarıyla şimdi de Türkiye'de... 

"Artık o eski tasasız kız değilim. Yaşadığım her günün değerini biliyorum. Çünkü hayatın ne kadar değerli olduğunu öğrendim... Hiçbir şeyi, özellikle de hayatı hafife almaz oldum. Artık hiçbir günümü boşa geçirmiyorum. Çektiğim acıların karşılıklarının olduğunu öğrendim..." 

Hayatın içinden dört güçlü kadın... 
Küçük mucizeler, büyük umutlar 
Ve dostluğun iyileştirici gücüne dair sımsıcak bir hikâye... 

Bu kitapta mutlaka kendinizden bir şeyler bulacaksınız!


29 Ağustos 2013 Perşembe

SEVGİ ÜÇ TÜRLÜDÜR (EĞER, ÇÜNKÜ, RAĞMEN) - MASUMI TAYOTOME



"SEVGİ ÜÇ TÜRDÜR.."(eğer-çünkü-rağmen)
Dünyada sevilmek istemeyen kisi yok gibidir" diye basliyor Toyotome. 
"Ama sevgi nedir, nerede bulunur, biliyor muyuz?" diye soruyor.. 
Sonra anlatmaya basliyor.. 


"Sevgi üç türlüdür!.." 

Birincinin adi "Eger" türü sevgi!.. 


Belli beklentileri karsilarsak bize verilecek sevgiye bu adi takmis 
yazar.. 
Örnekler veriyor: Eger iyi olursan baban, annen seni sever. Eger 
basarili ve önemli kisi olursan, seni severim. Eger es olarak benim 
beklentilerimi karsilarsan seni severim. Toyotome "En çok rastlanan 
sevgi türü budur" diyor. Bir sarta bagli sevgi.. Karsilik bekleyen 
sevgi.. "Sevenin, istedigi birseyin saglanmasi karsiligi olarak vaad 
edilen bir sevgi türüdür bu" diyor yazar.. 
"Nedeni ve sekli bakimindan bencildir. Amaci sevgi karsiligi birsey 
kazanmaktir." 
Yazara göre evliliklerin pek çogu "Eger" türü sevgi üzerine kuruldugu 
için çabuk yikiliyor. 
Gençler birbirlerinin o anki gerçek hallerine degil,hayallerindeki 
abartilmis romantik görüntüsüne asik oluyor ve beklentilere giriyorlar. 
Beklentiler gerçeklesmediginde, düs kirikliklari basliyor. Sevgi giderek 
nefrete dönüsüyor. 
En saf olmasi gereken anne baba sevgisinde bile "Eger" türüne 
rastlaniyor. Yazar bir örnek veriyor. Bir genç Tokyo Üniversitesi giris 
sinavlarini kazanarak babasini mutlu etmek için,çok çalisiyor. Okul 
disinda hazirlama kurslarina da gidiyor. Ama basarili olamiyor. 
Babasinin yüzüne bakacak hali yok. Üzüntüsünü hafifletmek için bir 
haftaligina Hakone kaplicalarina gidiyor. Eve döndügünde babasi öfkeyle 
"Sinavlari kazanamadin. Bir de utanmadan Hakone'ye gittin" diye 
bagiriyor. Delikanli "Ama baba, vaktiyle sen de bir ara kendini iyi 
hissetmediginde Hakone kaplicalarina gittigini anlatmiştin" diyor. Baba 
daha çok kizarak, delikanliyi tokatliyor. Çocuk da intihar ediyor. 
"Gazeteler intiharin anlik bir sinir krizi sonucu oldugunu söylediler, 
yaniliyorlardi" diyor yazar.. "Delikanli babasinin kendisine olan 
sevgisinin yüksek düzeydeki beklentilerine bagli oldugunu anlamisti!.." 
Insanlar "Eger" türü sevginin üstünde bir sevgi arayisi içindeler 
aslinda.. "Bu sevginin varligini ve nerede aranmasi gerektigini bilmek, 
bu genç adamin yaptigi gibi, yasami sürdürmekle, 
ondan vazgeçmek arasinda bir tercih yapmakla karsi karsiya 
kaldigimizda önemli rol oynayabilir" diyor, Masumi Toyotome.. Ilginç degil mi?.. 

ikinci türe geçiyoruz. "Çünkü" türü sevgi.. 

Toyotome bu tür sevgiyi söyle tarif ediyor: "Bu tür sevgide kisi, bir 
sey oldugu, birseye sahip oldugu ya da birsey yaptigi için sevilir. 
Baska birinin onu sevmesi, sahip oldugu bir nitelige ya da kosula 
baglidir."Örnek mi?.. "Seni seviyorum. Çünkü çok güzelsin. 
(Yakisiklisin!)" "Seni seviyorum. Çünkü o kadar popüler, o kadar zengin, 
o kadar ünlüsün ki.." "Seni seviyorum. Çünkü bana o kadar güven 
veriyorsun ki.." "Seni seviyorum.Çünkü beni üstü açik arabanla, o kadar 
romantik yerlere götürüyorsun ki.." 
Yazar, Çünkü türü sevginin, Eger türü sevgiye tercih edilecegini 
anlatiyor. Eger türü sevgi, bir beklenti kosuluna bagli oldugundan büyük 
ve agir bir yük haline gelebilir. Oysa zaten sahip oldugumuz bir nitelik 
yüzünden sevilmemiz, hos birseydir, egomuzu oksar. Bu tür, oldugumuz 
gibi sevilmektir. Insanlar olduklari gibi sevilmeyi tercih ederler. Bu 
tür sevgi onlara yük getirmedigi için rahatlaticidir. Ama derin 
düsünürseniz, bu türün, "Eger" türünden temelde pek farkli olmadigii 
görürsünüz. Kaldi ki, bu tür sevgi de, yükler getirir insana.. Insanlar 
hep daha çok insan tarafindan sevilmek isterler. Hayranlarina yenilerini 
eklemek için çabalarlar. Sevilecek niteliklere onlardan biraz daha fazla sahip biri 
ortaya çiktigi zaman, sevenlerinin, artik ötekini sevmeye baslayacagindan korkarlar. 
Böylece yasama sonsuz sevgi kazanma gayretkesligi ve rekabet girer. 
Ailenin en küçük kizi yeni dogan bebege içerler. 
Sinifin en güzel kizi, yeni gelen kiza içerler. Üstü açik BMW'si ile hava atan 
delikanli, Ferrari ile gelene içerler. Evli kadin kocasınin genç ve güzel sekreterine içerler. 
"O zaman bu tür sevgide güven duygusu bulunabilir mi?" diye soruyor,Toyotome.. 
"Çünkü türü sevgi de, gerçek ve saglam sevgi olamaz" diyor. 
Bu tür sevginin güven duygusu vermeyisinin iki ayri nedeni daha var.. 
Birincisi.. "Acaba bizi seven kisinin düsündügü kisi miyiz?" korkusu.. 
Tüm insanların iki yani vardir. Biri disa gösterdikleri.. 
Öteki yalnizca kendilerinin bildigi.. 
"Insanlar sandiklari kisi olmadigimizi anlar ve bizi terkederlerse" korkusu buradan dogar. 
Ikincisi de.. "Ya günün birinde degisirsem ve insanlar beni sevmez olurlarsa.." endisesidir.
Japonya'da bir temizleyicide çalisan dünya güzeli kizin yüzü patlayan kazanla parçalanmis. 
Yüzü fena halde çirkinlesince, nisanlisi nisani bozup onu terketmis. Daha acisi.. 
Ayni kentte oturan anne ve babasi, hastaneye ziyarete bile gelmemisler, artik çirkin olan kizlarini.. 
Sahip oldugu sevgi, sahip oldugu güzellik temeli üstüne bina edilmis oldugundan bir günde yok olmuş. 
Güzellik kalmayinca sevgi de kalmamis. Kiz birkaç ay sonra kahrindan ölmüs.. 
Japon yazar "Toplumlardaki sevgilerin çogu 'Çünkü' türündendir ve bu tür sevgi, 
kaliciligi konusunda insani hep kuskuya düsürür" diyor.. 


Peki o zaman, gerçek sevgi, güvenilecek sevgi ne?.." Ve iste sevgilerin 
en gerçegi!.. 


"Üçüncü tür sevgi benim 'Ragmen' 

diye adlandirdigim türdür" diyor yazar. 

Bir kosula baglı olmadigi için ve karsiliginda birsey beklenmedigi için 
"Eger" türü sevgiden farkli bu.. Sevilen kisinin çekici bir niteligine dayanip, böyle bir 
seyin varligini esas olarak almadigi için "Çünkü" türü sevgi de degil. 
Bu üçüncü tür sevgide, insan "Birsey oldugu için" degil, "Bir sey olmasina ragmen" sevilir. 
Güzellige bakar misiniz?..Ragmen sevgi..Esmeralda, Qusimodo'yu dünyanin en çirkin, 
en korkunç kamburu olmasina "ragmen" sever. 
Asil, yakisikli, zengin delikanli da Esmeralda'ya çingene olmasina "ragmen" 
tapar!.. "Kisi dünyanin en çirkin, en zavalli, en sefil insani olabilir. Bunlara 
'ragmen' sevilebilir. Tabii bu sevgiyle karsilasmasi sarti ile.." 
Burada insanin, iyi, çekici ya da zengin konum edinerek sevgiyi kazanmasi gerekmiyor. 
Kusurlarina, cahilligine, kötü huylarina ya da kötü geçmisine "ragmen" oldugu gibi, 
o haliyle sevilebiliyor. Bütünüyle çok degersiz biri gibi görünebiliyor ama en degerli gibi sevilebiliyor. 
Japon yazar "Yüreklerin en çok susadigi sevgi budur" diyor. 
"Farkinda olsaniz da, olmasaniz da, bu tür sevgi sizin için yiyecek, 
içecek, giysi, ev, aile, zenginlik, basars ya da ünden daha önemlidir." 
Bunun böyle oldugundan nasil emin?.. 
Hakli oldugunu kanitlamak için sizi bir teste davet ediyor.. 
"Su soruma cevap verin" diyor. "Kalbinizin derinliklerinde, dünyada kimsenin 
size aldırmadıgını ve hiç kimsenin sizi sevmedigini düşünseydiniz, yiyecek, 
elbise, ev, aile, zenginlik, başarı ve üne olan ilginizi yitirmez miydiniz?.. Kendi 
kendinize 'Yaşamamın ne yararı var' diye sormaz mıydınız?.." 
Devam ediyor Toyotome.. "Şu anda en sevdiginiz kişinin sizi sadece kendi 
çıkarı için sevdigini anladıgınızı bir düşünün.. Dünya birden bire başınızın üstüne 
çökmezmiydi?. O an yaşam size anlamsız gelmez miydi?." "Diyelim sıradan bir yaşamınız var.. 
Günlük yaşıyorsunuz. Günün birinde gerçek, derin ve doyurucu bir sevgi bulacagınızdan 
umudunuz olmasa, kalan hayatınızı nasıl yaşardınız?.." diye soruyor ve yanıtlıyor: "Böyleleri 
ya iyice umutsuzluga kapılıp intihar ediyorlar ya da iyice dagıtıp yaşayan ölü haline 
geliyorlar." 
Toyotome, hem de nasıl iddialı savunuyor "Ragmen" sevgiyi.. " 
Bugün yaşamınızı sürdürebilmenizin nedeni 'Ragmen' türü sevgiyi şu anda yaşamanız ya da 
birgün bu sevgiyi bulacagınıza inancınızdır." Son sözlerinde biraz umutsuz, Toyotome.. 
"Bugün yaşadıgımız toplumda herkesi doyuracak bu sevgiyi bulmak zor. Çünkü herkesin 
sevgiye ihtiyacı var.. Kimsede başkasına verecek fazlası yok" diye açıklıyor.. Anlatıyor.. 
"Yakınımızda olan birinin bu sevgiyi bize vermesini bekleriz. Ama o da aynı şeyi 
başkasından beklemektedir." Peki bu dünyada sevgi ne kadar var?.. 
Yazara göre, açlıgımızı biraz bastıracak kadar.. 
Ve de yemek öncesi tadımlık gelen iştah açıcılar gibi.. Bu minnacık tadım, 
bizi daha müthiş bir sevgi açlıgına tahrik ve teşvik ediyor. Bu minnacık tadım 
sevgiye ne kadar muhtaç oldugumuzu anlatıyor. 
Büyük bir hırsla ana yemegin gelmesini ve bizi doyurmasını bekliyoruz.. 
Hani nerede?.. Hepsi o.. Ve asıl çarpıcı cümle en sonda.. 



"Dünyadaki en büyük kıtlık, 'ragmen' türü sevginin yeterince olmayışıdır!.." 

KİTAP ÖNERİ - ALTI AYAKKABILI UYGULAMA TEKNIGI


KİTAP ÖNERİ




Değişik durumlar için değişik uygulama biçimleri gerekebilir. Örneğin, bir yumurtanın kabuğunu boyamak için gereken hassas bir uygulamayla, bir boks maçı sırasında yapılması gereken uygulama birbirinden çok farklıdır. Bütün dünyada birçok büyük kuruluş tarafından benimsenen "Altı Şapkalı Düşünme Tekniği"nin yaratıcısı Edward de Bono, bu yeni kitabında, uygulama alanında yararlanabileceğiniz benzer bir teknik sunuyor. "Altı Ayakkabı Tekniği" adlı bu yöntemin yardımıyla, değişik durumları kolayca tanımlayabilecek, onları denetleyebilecek ve bu durumlara mümkün olan en etkili biçimde karşılık verebileceksiniz. (Arka Kapak)

Türkçe
188 s.

25 Ağustos 2013 Pazar

KİTAP ÖNERİ - DELİ - HALİL CİBRAN

HALİL CİBRAN - DELİ






Nasıl aklımı kaçırdığımı soruyorsunuz. Açıklayayım Tanrıların birçoğu tezahür
etmeden çokça zaman önce günün birinde derin bir uykudayken bir anda gözlerimi açtım ve
kendi kendime biçimlendirip hayat verdiğim yedi yıldır yanımdan ayırmadığım maskelerimin
çalınmış olduğunu gördüm. Ve kalabalık sokaklarda Hırsızlar Soyguncular Tanrının
cezası haydutlar diye haykırarak oradan oraya koşturdum.
Bu sırada benim bağırışlarımı gören kimi kadınlar ve erkekler benimle alay ediyor
bazıları da halimden ürkerek evlerine kaçışıyorlardı.
Pazar yerine ulaştığım sırada genç bir adam bir evin çatısına çıkarak Deli var diye
bağırdı. Evin çatısındaki genci görebilmek için yukarıya doğru baktığımda güneş ve çıplak
yüzüm ilk kez buluştu ruhum güneşin o muhteşem ateşiyle kavruldu ve ben maskelerimi bir
daha aramadım. Tam o anda kendimi kaybedercesine bağırdım Şükranlarımı sunuyorum
sizlere haydutlar Beni maskelerimden kurtardınız.
Aklımı kaçırmam böyle gerçekleşti.



Yayınevi  :

Barkod  :

9789944979863

Yazar  :


Baskı Sayısı  :

1.Baskı

Basım Yılı  :

2013

Sayfa Sayısı  :

115

Kağıt Cinsi  :

2.Hamur

En-Boy-Yükseklik  :

10 X 17 X 1

11 Ağustos 2013 Pazar

e oyku - bir oyku oku - HAYALLERİ BOYAYAN ÇOCUK - 1. BÖLÜM

HAYALLERİ BOYAYAN ÇOCUK         

Yazan: Özlem AYTEK

1. Bölüm

Uzun ve çamurluydu ormana giden yol. Bir gece önce yağan yağmur yaprakları, ağaçları, çiçekleri yıkamıştı. Kuru toprak da bu arınıştan payına düşeni almıştı almasına ama diğerlerinin aksine çamura bulanmıştı. Bir gecede mantarlar bitivermişti yol kenarındaki kayalıkların dibinde.
Nilay, ormanın çok yakınında olan evine bir kaç ay önce, kışın en deli dolu zamanında taşınmıştı. O günden beri hava hep yağışlı olmuştu. Bir yağmur, bir kar, bir fırtına derken Nilay evin çevresini bile dolaşacak zamanı bulamamıştı.
Şimdiyse üç haftalık senelik izninde, ilk olarak evinin çevresini, en çok da penceresinden her sabah içini çekerek baktığı ormanı dolaşmak istemişti.
Kabul etmek istemese de yalnızlık, sırtında taşıdığı tonlarca ağırlıktaki bir yük gibiydi Nilay'ın. Bir yıl içinde evini dördüncü kez taşımıştı. Sanki taşındığı her ev az geliyordu, dar geliyordu ona. Soğuk geliyordu. Emanet geliyordu. İsteksizce gittiği uzak bir akrabanın evinde gibi hissediyordu kendini. Kaba eşyalar ve günlük ihtiyaçları için gereken malzemelerin buluduğu koliler dışındakilerin çoğunu açmak içinden bile gelmemişti bu oradan oraya taşınmalarda...
Bu son taşınışta ise tüm koliler açılmış, dahası evinin çevresini keşif gezisine bile çıkılmıştı.
"Giderek daha iyi hissedeceğim," diye mırıldandı Nilay kısık bir sesle, umutla...
Bu sırada, ormana çıkan yanyoldan kendisine doğru yaklaşmakta olan adamı gördü. Adam, uzun boylu, kumral, saçları özenle ve çok kısa kesilmiş biriydi. Soğuk denebilecek bu havada kısa şortu ve kısa kollu atletiyle 'üşüyor olmalı' diye düşündü bu kez Nilay.
Adam hızlı adımlarla yaklaşırken, içini tuhaf bir korku kapladı Nilay'ın. Bu ıssız yolda, ormanın girişinde başına herşey gelebilirdi. Adam yanından geçerken, kendisine "Günaydın." diyeceğini düşündü birden. Oysa adam kaçamak bir bakış fırlatarak, hızla yanından geçip gidivermişti. Nilay "Çok tuhaf," diye mırıldandı kendi kendine. "Spor ayakkabının ve spor şortunun üzerine kısa kollu klasik bir gömlek giymiş."
Az önce yaşadığı tuhaf korku, orman gezisi için duyumsadığı isteğini yok etmişti Nilay'ın. Orman oldukça büyük ve sık ağaçlarla kaplıydı. Kararsız bir bakışla ormanın içine doğru ip gibi uzanan dar patika yola baktı. Bir an için evine dönmeyi düşündüyse de hemen cayarak patika yoldan ormana doğru yürümeye başladı.
Sabahın erken bir saati olmasına karşın az önce gökyüzünde tüm sıkcaklığıyla parlayan güneş birden bulutların arasında kaybolmuştu. İçi sıkıldı Nilay'ın. "Acaba eve dönmem için bir işaret mi bu?" diye düşündü.  Kısa süren kararsızlığının ardından hızlı adımlarla ormanın içlerine doğru yürümeye başladı.
Rüzgar giderek artıyor, ulu fıstıkçamları yaprakları arasında esen rüzgarla birlikte muhteşem hışırtılar çıkarıyorlardı. Hayvanların cıvıltıları, haykırışları bu hışırtılara eşlik ediyor, sanki hepbirlikte bir doğa orkestrasında, Nilay için  muhteşem bir konser veriyorlardı. Nilay: "Acaba bu orkestranın şefi kim?" diye düşündü yoluna devam ederken.
Zaman ilerledikçe, hava aydınlanıp ısınacağına daha çok kararıyor ve soğuyordu. Üzerine birkaç damla düştüğünde hırkasını çekiştirip sarıldı Nilay. Üşümeye başlamıştı. Rüzgar, daha sert ve soğuk esiyor, açıkta kalan kollarını ve bacaklarını ısırıyordu sanki.
Nilay, cebinden telefonunu çıkarıp saate baktı. Bir saatten fazla zamandan beri ormanda yürümüş olduğunu şaşkınlıkla fark etti. Bu arada üzerine düşen damlalar giderek sıklaşmakta ve hava daha çok soğumaktaydı. Birkaç dakika içinde bardaktan boşanırcasına yağmur başlamıştı. Hava, artık gece gibi karanlıktı ve hayvanların sesleri kesilmişti. Rüzgarın, yağmurun sesinden, ağaçların hışırtısından ve yere düşen damlaların sesinden başkası işitilmiyordu. Birkaç dakika içinde Nilay tepeden tırnağa ıslanmış, sığınacak kuytu bir köşe aramaya başlamıştı. Yağmurun kısa bir süre sonra dineceği, güneşin doğacağı ve havanın aydınlanacağını umut ediyorduysa da öyle olmadı.
Bu bir fırtınanın başlangıcıydı. Kararan hava, ağaçların gölgelerini daha da koyulaştırıyor Nilay'ın eve dönüş yolunu bulmasını da neredeyse imkansız duruma getiriyordu.
Bulunduğu yerde beklemeye karar verdi Nilay, başka çaresi de yoktu.  Ulu bir çamın kovuğuna sığındı ve beklemeye başladı. Bunu yaparken sık sık telefonunu çıkarıp saate bakıyordu. Bunu o kadar çok yaptı ki telefonun şarzının azalmakta olduğunu görünce saate daha uzun aralıklarla bakmaya karar verdi.
Yağmurun dineceği yoktu, belki de birkaç gün sürerdi bu fırtına. Rüzgâr daha önce tanık olmadığı bir hızla esiyor, yağmur damlaları adete yüzünü, kollarını dövüyordu.
Nilay çaresiz dönüş yoluna yöneldi. Geri dönmekten, doğru yolu bulmaktan ve bir an önce evine varmaktan başka birşey istemiyordu. Güçlükle yürüyordu çünkü ayakları çamura batıp çıkıyordu. Orman gezintisi bir felakete dönüşmeye başlamıştı.
Nilay iki saat boyunca yürüdüyse de dönüş yolunu bulamadı. Kaybolduğunu söylemekten biraz da mahçup olsa da 'polis imdat' hattını aramaya karar verdi. İyi ki yanında cep telefonu vardı. Birkaç kez çaldıktan sonra karşısına çıkan polis memuruna durumunu anlattı. Elbette böyle bir havada, konumunu tam olarak bilmediği bir ormanda bulunması zor olacaktı. Polisin önerilerini dinleyerek bulunduğu yeri elinden geldiğince tarif etti ve bulunduğu yerde beklemeye başladı.

Tam bu sırada yakınında parlayan küçük bir ışık gördü. Sanki bir ağacın kovuğunda küçük bir canlı mum yakmıştı. 'Çok ilginç' diye düşündü Nilay. Böylesi bir fırtınada bu ışık da neyin nesiydi? Oradaki kimdi? Bir çocuk muydu? Ya da bir cüce mi? Yok canım, olur mu hiç!
Nilay'ın gözleri kararmaya başlayınca, çamurlu toprağa dizlerinin üzerinde çöktü. Gözlerini ışıktan alamıyordu. Bütün bu yaşadıklarım gerçek olamaz; acaba düş mü görüyorum? diye düşünmekten kendisini alamadı.
Toparlanıp yeniden ayağa kalkabilecek duruma geldiğinde, mıknatısın manyetik alanına giren bir metal gibi ışığa doğru yürümeye başladı. Sanki bilinmez bir güç tarafından çekilmekteydi. Havanın ne kadar soğuduğunu, ne denli ıslandığını bile fark edemez olmuştu. Saçlarından ve üzerine yapışan elbiselerinden sular akmaktaydı.
Nilay, kısa bir süre sonra, titremekte olan cılız ışığa iyice yaklaşmış; ışığın yanıbaşında oturanı seçebilir duruma gelmişti. Önce; 'Bu bir çocuk!" diye haykırdı şaşkınlıkla. Üzerine delik deşik bir çuvaldan bir elbise geçirmiş, sarı, kıvırcık saçlı minicik bir çocuktu bu. Kendisine yaklaşmakta olan Nilay'a gülümseyerek bakarken, elma gibi kırmızı yanaklarının mumun titrek ışığında parlamakta olduğunu gördü. Korkuyla irkildi birden Nilay. Ne korkunç bir durumda olduğunu düşündü. Acaba yalnız mıydı bu çocuk? Başkaları da var mıydı bu ıssız ormanda? Üzerine giydiği delik deşik bir çuvalla, nasıl bir çocuktu bu? Ne arıyordu bu ıssız, korkunç, karanlık ormanda!
Nilay yaklaştıkça sanki çocuğun rengi solmakta, mumun cılız ışığıysa daha çok parlamaktaydı. Nilay'ın kalbi korku içinde, delice atmaktaydı.





Gözlerini kapattı ve bu şekilde çocuğun bulunduğu yere kadar yürüdü. Başka şekilde çocuğa yaklaşmaya cesaret edemeyecekti.
Gözlerini yeniden açtığında çocuğun az önce bulunduğu yerde; yanan mumun yanıbaşındaydı. Mum, az önceki gibi cılız ışığıyla titreşmiyor, aksine neredeyse tüm ormanı aydınlatacak kadar parlıyordu. Nilay'ın ışıktan kamaşan gözleri çevreyi tarayarak çocuğu aramaya başladı. Çocuğun, gözlerini kapamadan önce kendisinin bulunduğu yerde durmakta olduğunu fark etti Nilay. Ona doğru yürümeyi düşündüyse de buna cesaret edemedi. Mumun güçlü ışığı rüzgara meydan okuyor, Nilay'ın çamura bulanmış kollarını, ayaklarını ısıtıyordu.
Bu sıcaklık bedenini olduğu gibi içini de ısıtmıştı Nilay'ın. Nasıl olup da böylesine bir fırtınada mumun sönmediğini düşünürken, karşısında kendisini izlemekte olan çocuğu süzdü. Çocuk sanki giderek daha çok değişime uğruyordu. Sonra birden hareket etmeye, ağır ağır ilerleyerek Nilay'a doğru yaklaşmaya başladı.
Her attığı adımda rengi biraz daha fazla soluyor, biraz daha zayıflıyor, biraz daha kısalıyor, biraz daha yaşlanıyordu. Gözleri iki mor çukura gömülmüş gibi durmaya başlamıştı. Çocuk yaklaştıkça mumun alevi daha çok büyüyor, alevin gölgesi Nilay'ın çamurlu giysileri üzerinde bir gölge oyunu oynuyordu.
Çocuğun her adımında Nilay'ın kalbi korku içinde daha çok sıkışıyordu. Sonra birden, başka bir dünyadan gelmişçesine farklı, soğuk ve sert bir ses işitti: "Bastığın yerlere dikkat et. Bana ait olanların üzerine basmak üzeresin!"

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *